Sokrates bir heykeltıraş ve ebenin oğlu olarak MÖ. 469’da Atina’da hayata gelmiştir. Özel yaşamına ilişkin temel düzeyde eğitim gördüğü ve yoksul bir yaşam sürdüğü bilinmektedir. Antik Yunan Felsefesi’nin kurucularındandır. Kendisi Filozof unvanını alan ilk kişidir. Arkasında yazılı kaynak bırakmadığı için onun hakkında bildiklerimizi büyük oranda öğrencisi Platon’a borçluyuz.  


   Sokrates’in felsefi yaşamı Delphoi Tapınağı’na yaptığı bir ziyaretle başlamıştır. Dostu olan Khairephon ile birlikte tapınağın rahibiyle konuşurlar. Khairephon rahibe Sokrates’ten daha bilge birisinin bulunup bulunmadığını sorar. Rahip de ondan daha bilgesinin olmadığını söyler. Bu dialogdan sonra Sokrates şüpheye düşer, çünkü kendisi hiçbir şey bilmediğine inanmaktadır. Ama aynı zamanda tanrılar yalan söyleyemeyeceği için rahibin sözlerinin doğruluğundan şüphe etmemelidir. Böylece büyük bir ikilem arasında kalan Sokrates bunun bir bilmece olduğunu düşünür. Bu bilmeceyi çözebilmek için önce bilge olarak adlandırılan politikacılara, sonra sanatçılara daha sonra zanaatkarlara gidip, onlara sorular sorarak bilgilerini ölçmeye çalışır. Yaptığı bu deney sonucunda onların bilge olmadığını, ileri derecede cahil oldukları sonucuna varır. Bu kişiler hem bilmedikleri şeyleri bildiklerini sanmakta hem de neleri bilmediğinin farkında olamamaktadırlar. Sokrates bu kişilerden farklı olarak bilmediğini bilir. Yani Sokrates kendi cehaletinin farkında olmak gibi büyük bir bilgeliğe sahiptir. Sokrates kahinin sözlerinin sırrını bulmak için çıktığı sorgulama sonucunda bilmeceyi çözer. Rahibin ne demek istediğini anlamıştır. Onların arasında en bilge olduğu doğru bir yargıdır. Çünkü kendisi hiçbir şey bilmediğinin farkındadır. Sokrates, kendinden önceki filozofların aksine doğaya ve bilinmeze değil, insana yani özneye anlam kazandırmaya çalışmıştır. Onun felsefi anlayışı bununla özetlenebilir. 


   Atina’da kendisine ait bir ekol oluşturarak öğrenci yetiştirmeye başlamıştır. Zamanla öğrencileri üzerinde kendisini taklit etmeye varan büyük bir etki yaratmıştır. Öğrencileri onun gibi yalın ayak yürümüşler, saçlarını uzatmışlar, açlık çekmişlerdir. Bu durum gittikçe büyüyen bir kar kütlesi halini almış ve şehrin önde gelenlerini huzursuz etmiştir.  

   Sokrates’in yaşamına dair en belirgin olaylardan biri MÖ. 399 yılında hakkında açılan davadır. Öğrencisi Platon’un Sokrates’in Savunması adlı eserinde anlattıkları kadarıyla bilinir. Sokrates, şehrin tanrılarına inanmamak onların yerine başka tanrılar koymak, böylelikle gençliği zehirlemekle suçlanır. Sokrates ise bu suçlamalara karşı hayatını ve yaptıklarını anlatır. Suçlamaları asılsız bulduğu için cevap bile vermeye gerek duymaz. Fakat genel olarak savunmasında suçlamalara karşı gençleri zehirlemediğini, çünkü onlara bir şey öğretecek bilgisi olmadığını, yalnızca onları düşünmeye sevk ettiğini söylemiştir. Ancak kendisine karşı olan ve savunma sırasında da alay ederek oldukça kızdırdığı mahkeme tarafından idama mahkum edilir. Halk tarafından bu karar üzüntüyle karşılanır. Hatta kendisini suçlayanlar bile ölüm cezasını ağır bulurlar. Zindanda tutulduğu sürede gardiyanlar bile kaçması için yalvarırlar. Yine de Sokrates geri adım atmaz ve idam cezasını kabul eder.

   Bir kişiyi idam etmekle onun yok olmayacağının ilk ve en büyük kanıtıdır Sokrates. Arkasında bıraktığı öğrencileri tarafından mirası devralınmış, daha birçok insana fikirleri ve inançları aktarılmıştır. Öğrencileri idamından sonra onun  adına okullar açmış ve bu okullarda kendilerinden sonra gelecek büyük filozoflar yetiştirmişlerdir.




Fotoğraf: filozofunyolu.com