Havada umutsuzluk hâkim, bulutlar kurşuni renge bürünmüş, mutlaka bir yere yetişmesi gereken kişileri ıslatıyor. Ben ise yalnız adımlarla işime gidiyorum. Her zamanki yapaylık hâkim. Yol kıvrılarak ilerlerken beynimin her kıvrımı, bu monoton düzende sıkışmaya devam ediyor. Duraktaki bayılmış insanlara bakıyorum, her günkü soğuklukla. Hepsi mutsuz, gelecekten el etek çekmiş, uyuşmuş gözlerle adeta ölümü gelmesini beklerken vakit geçiriyorlar. Bir parktan geçiyorum, kuş cıvıltısı, çocuk kahkahası veya bir satıcının tok sesi yerine sessizlik ve rüzgârın etrafa bıraktığı kasvet hâkim. Bu yolda beni mutlu eden tek şey olan o sokağa adım atıyorum.
Sokağın yolları adeta bayram sabahı gibi tertemiz. Evler sanki sahiplerini yansıtır gibi dip dibe, kucak kucağa. Her adımda ıhlamur ağacının hışırtısı duyuluyor, kokusu ciğerlerime doluyor, adeta oksijen yerine ıhlamur çekiyorum içime. Balkonlardan sarkan sarmaşıklar damarlarıma işliyor, oradan kalbime dokunuyorlar. Her köşe kedi dolu. Nasıl sevmesinler bu sokağı? Kedilerin bile gözleri parlıyor. İçimden:” Keşke bu evlerde otursam, belki ben de komşularım gibi dip dibe mutlu olurum, belki ben de bir ıhlamur ağacı bırakırım ardımdan.” diyorum. Biraz ilerde sımsıcak bir bakkal görünüyor. Bu kasvetli havada gözlerime şölen sunan o ışıklandırmalarıyla beni çekiyor. Kapısında kahve öğütülüyor. Bir koku insanı bu kadar mı mutlu bir insan yapar. Kim bilir komşularım nasıl kahve içiyorlar? Kahve kokusu tüm etrafı sarmışken kendimden geçercesine yürüyorum. Bu sokağın sıcaklığı olan kıraathanenin yanında geçiyorum. Camı kırık, gazete kâğıdı ile sarılmış. Simitçi köşede tablasıyla meşgul, birazdan insanlar taze simitlerine gelecekler. Çaydanlığın sesi tüm sokağa yayılıyor. Demli bir çay hem de bu havada ne olursa olsun reddedilmez. Evinden ilk çıkanlar uğramış buraya da bir bardak çay ve simit ile yapmışlar ilk öğünlerini. Havanın kasvetinden midir boyacı çocuk daha boyasını açmamış. Yağmuru pek sevmiyor galiba. Köşede pusmuş ellerini ovuşturuyor. Belki birisi gelir de iskarpinini boyatır diye düşündüğü kesin. Sokağın daimî ziyaretçileri benden önce gelmişler yine. Saatin dokuz olmasını bekliyorlar. Yağmur altında bu bekleyiş ay sonunda içebilecek bir çorbanın olması için. Hiç beklemeden sırama geçiyorum. Beni mutlu eden sokak, birçok işçi için bu düzenin mecburi bir evresi. Keşke ben bu sokakta otursam da komşularım kadar mutlu olsam.
Makine gürültüsü, deminki rüzgârın yarattığı kasvetin yerini alıyor. Donuk gözler, istemsiz el hareketleri ile çevreleniyorum. Her zamanki tezgâha geçiyor, her zamanki işimi yapıyorum. Yapıyorum, çünkü zorundayım. Ben, ben olamadığım için buradayım. Ben aslında oyum, aslında şuyum, belki biri için hiçim. Ama ben bu dişlinin bir neferiyim. Ben, en çok ben olmak isterdim. Kendimi bilmek, kendimi sana, ona anlatmak isterdim. Bir ıhlamur ağacı kokusunu anlatmak isterdim sizlere. Ölümlülere doğan güneşi göremeden geldiğim bu yere, belki o güneşi görmeyi umut ederek gitmek isterdim. Ben ölümsüz biriyim. Ben giderim, yeni bir ben gelir.
“Yaşamak istiyorum ben,
Gözlerden uzak yerde.
Sevmek istiyorum, mutluluk
olan yerde.
Bana verilmişi benden almayın diye,
Beni ıhlamur ağacının altına
gömün.”
Resim: dogadergisi.com
0 Yorumlar