3 Mayıs 1944.
Herkes, bu tarihin ne anlam ifade ettiğini az çok bilir. Bu yazımızda, konuyu ele almaya çalışacağız. Ama meselenin aşamalarını gözümüzde canlandırabilmek için takvim yapraklarını eskiye, 1926'ya götürmek durumundayız.1926 ile 1944 arasında gelişen bazı önemli durak noktalarına uğrayıp büyük olayları doğuran tartışmaların ana hatlarını göz önüne sermek niyetindeyim.
Sabahattin Ali, o yıllarda Türk Ocağına gelip giden, milliyetçi eğilimleri olduğu bilinen bir gençtir. Yüksek Muallim Mektebinde ; Orhan Şaik, Hüseyin Nihal ve Pertev Naili Boratav ile birlikte kalmaktadır.İyi bir arkadaşlıkları vardır. Yaz tatillerini birlikte geçirecek kadar sıkı bir dostluk kurarlar Hüseyin Nihal’le.
1928'de o zamanki adıyla Maarif Vekaletinin açtığı sınavı kazanarak Almanya'ya giden Sabahattin Ali, dört yıl eğitim görüp Almanca öğretmeni olarak yurt hizmeti görecektir. Ancak Almanya'dan beklenmedik şekilde bir buçuk senede geri döner ve bu durumu şöyle açıklar :
Okuduğum mektepte bir gün Alman talebelerden biri “bu parazit Türkleri buradan kovmalı” dedi. Ben hemen yerinden fırladım: “Biz sizin hükümetinize hükümetimiz tarafından verilen para ile okuyoruz. Parazit değiliz. Sözünü geri al” dedim. Talebe, sözünü geri almayınca tokadı indirdim. Alman hükümeti de böyle bir talebe istemediğini söyleyerek beni geri yolladı.
Almanya dönüşünde Sabahattin Ali'nin fikirleri değişmeye başlamıştır fakat Hüseyin Nihal ile arkadaşlıkları devam eder. Geri dönüşüne sebep olan olayla ilgili olarak aralarında şu konuşma geçer :
-Bu Alman talebe ufak tefek bir şey miydi? - Bilakis! Benim ikim kadardı.
-Peki nasıl oldu da seni dövmedi? Neden Alman talebeler birlik olup üzerine atılmadılar?
-Bunu sonradan ben de kendilerine sordum. O yakınlarda Türk tarihini ve Sokollu Mehmed Paşa’yı okudukları için korkunç bir tesir altında kaldıklarını, onun için bana mukabele edemediklerini söylediler.”
Hüseyin N. Atsız, bu anlatılanlara inanmış görünmez. Başlayan fikir ayrılığı, güvensizliği de beraberinde getirmiştir.
Söz konusu şiir şudur :
MEMLEKETTEN HABER
Hey anavatandan ayrılmayanlar
Bulanık dereler durulmuş mudur?
Dinmiş mi olukla akan o kanlar?
Büyük hedeflere varılmış mıdır?
Asarlar mı hala Hakka tapanı?
Mebus yaparlar mı her şaklabanı?
Köylünün elinde var mı sabanı?
Sıska öküzleri dirilmiş midir?
Cümlesi beli der enelhak dese
Hala taparlar mı koca terese?
İsmet girmedi mi hala kodese?
Kel Ali'nin boynu vurulmuş mudur?
Sabahattin Ali hapisten çıktıktan sonra Maarif Vekaletine başvurur ve öğretmenlik ister. Devamını H. Nihal'den dinleyelim :
"O zaman Maarif Vekili şu Tarih Kurumu’nun azasından Hikmet’ti. Sabahattin’e “eski kanaatlerini değiştirdiğini bize ispat etmezsen sana iş vermeyiz” demiş. Sabahattin Ali açlıktan ölmüyordu. Dostları kendisine istediği kadar para yardımı yapıyordu. Hatta açlıktan ölse bile bir komünistin bir burjuva hükümete baş eğmesi pek çirkin bir şeydi. Fakat kendisi kadar zeki, müsteit ve dahi birisinin bu halde kalması caiz miydi? Fikrimden döndüm diyiverse ne çıkar? Etek öpmekle dudakları aşınacak değildi ya… Onları istismar etmek için mübah olmayan hangi vasıta vardı ki… Bundan dolayı bizim bay fikrini değiştirdi. ( Satır aralarındaki alaycı ifadeler gözden kaçmamalı.)
“Varlık” dergisinin 15 Kanun-ı sani 1934 tarihli 13'üncü sayısında şu manzumeyi neşretti:
BENİM AŞKIM
Bir kalenin ucundan hislerimiz akınca
Bu ince yol onları sıkıyor, daraltıyor;
Beni anlayamazsan gözlerime bakınca
Göğsünü parçala bak kalbim nasıl atıyor.
Daha pek doymamışken yaşamanın tadına
Gönül bağlanmaz oldu ne kıza, ne kadına…
Gönlüm yüz sürmek ister yalnız senin katına,
Senden başka her şeyi bir mangıra satıyor.
Sensin, kalbin değildir, böyle göğsümde vuran,
Sensiz “Ülkü” adıyla beynimde dimdik duran,
Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran;
Seni çıkarsam, ömrün başlamadan bitiyor
Hem bunları ne çıkar anlatsam bir düziye?
Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya.
Kısacası: Gönlümü verdim Ulu Gazi’ye,
Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.
Yazdığı şiirin etkisi var mıdır bilinmez, bilinen şu ki Ekim 1933'te genel aftan yararlanarak tahliye olur.
Sabahattin Ali, bu tarihlerde konusunu Nihal Atsız'dan aldığı Esirler adlı tiyatro oyunuyla uğraşmaktadır. Atsız, oyunu bitirence adını "Kürşad" koymasını ve Faruk Nafiz'e göndermesini söyler. Ancak Atsız, bu tiyatroyu beğenmez ve 1937'de yazdığı bir mektupta duygularını şöyle ifade eder:
" Ben Kürşad'ı roman olarak yazıyorum. Romanın adı Bozkurtların Ölümü'dür. Senin gibi tahrif etmeden yazıyorum. Senin berbat ettiğin Kürşad'ın şerefini de iade edeceğim."
Kendini iyice belli eden ayrışmaya rağmen mektuplaşmalar, 1940 yılına kadar devam eder. Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan romanının yayınlanması, iplerin tamamen kopmasına neden olur. Çünkü romanda kötü gösterilen karakterler, Türkçü aydın va yazarları simgelemektedir. Bu romana dönük eleştirisini "İçimizdeki Şeytanlar" adlı yazısıyla dile getiren Atsız'a göre romandaki Nihat, Atsız'ın ta kendisidir çünkü Türkçü bir neşriyat kurma peşindedir. Profesör Hikmet, Mükrimin Halil Yinanç; Tatar suratlı herif Zeki Velidi Togan; muharrir İsmet Şerif, Peyami Safa'dır.
Ayrıca Atsız, söz konusu yazıda Sabahattin Ali'yi ağır bir dille eleştirir. Artık ok yaydan çıkmış, büyük kapışmanın fitili ateşlenmiştir.
İkili arasındaki edebi arbede, her iki tarafın taraftarlarının da kalemlerini kesinleştirmeye başlamıştı. Faris Erkman imzası taşıyan ama Reşat Fuat Baraner tarafından yazılan "En Büyük Tehlike" adlı broşürde Atsız ve Türkçüler, Sovyetlerdeki Türkleri esaretten kurtarmak amacıyla Nazi Almanya'sı ile ittifak kurup savaşa girmek için propaganda yapmakla suçlanıyordu. Buna cevabı Atsız, 01 Ağustos 1943'te yazdığı "En Sinsi Tehlike" adlı broşürde cevap veriyordu.
2.Dünya Savaşı'nın gerilimi, içimize girmiş, ülkemizi sarsmaya başlamıştı...
Kaynakça:
Sevengül Sönmez, A' dan Z'ye Sabahattin Ali
A. Bican Ercilasun, Atsız - Türkçülüğün Mistik Önderi
Mehmet Gül, Nazım Memleket mi?
0 Yorumlar