Öncelikle savaşın genel oluşum ve gelişimine kısaca bir bakalım. 1914 Avrupa'sı, 1840 yılı itibariyle gelişen birçok olay akabinde, patlamaya hazır bir bombaya dönüşmüştü. Ülkeler kendi sanayi devrimlerine imza atmış, oldukça küçülen ve kalabalıklaşan coğrafyada yeni ham madde kaynaklarına ulaşabilmek için birbirleriyle yarışmaktaydı. Bu problemler yetmezmiş gibi karma toplumlardan oluşan İmparatorlukları çok ciddi bir problem etkilemekte ve otoritelerini sarsmaktaydı: Milliyetçilik. 
        İmparatorluklar, bu akımın yarattığı tehditlerin üstesinden gelebilmek için himayesinde yaşayan azınlıklara tavizler vermekteydi. İmparatorluktan sıyrılıp Milli Devlet statüsü kazanmış ülkeler ise düşmanlarının iç işlerine karışmak ve siyasi emellerine ulaşmak için sıklıkla diplomatik baskı ya da  casusluk faaliyetlerine kalkışıyordu.  
          Barutu ateşlemek için beklenen kıvılcım 28 Temmuz 1914 de Saraybosna’dan gelmişti. Devamında ardı ardına ilan edilen savaşlar ve kurulan iki blok Avrupa’da büyük bir yangına yol açtı.
          
          Osmanlı ve I. Dünya Savaşı 


         İlk olarak şunu söylemek gerekiyor Osmanlı İmparatorluğu için savaş kaçınılmazdı. Çünkü Avrupalı devletler tarafından “Hasta Adam” olarak nitelendirilen Osmanlı, özellikle İtilaf Bloğu için bir savaş ganimeti olarak görülüyordu.  
        20. Yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu İttihat ve Terakki Fırkası’nın yönetimindeydi. 1913 yılında bir darbeyle iktidarı ele geçiren Fırka, kısa bir zamanda diğer rakiplerini alt ederek ülkede Tek Partili bir yönetim oluşturdu. İttihatçılar Avrupa'nın mevcut durumunu ve savaşın İmparatorluk için kaçınılmaz olduğunu çözümlemiş, süratle ittifak arayışına yönelmişti.  
          İlk olarak İtilaf Bloğuyla sağlanmaya çalışılan ortaklık İtilaf Devletlerinin Osmanlı toprakları üzerindeki çıkarları sebebiyle sonuçlanamadı. Bunun sonucunda savaşı geniş bir coğrafyaya yayarak üzerindeki yükü hafifletmek isteyen Almanya, fırsatı kaçırmadı ve Osmanlı İmparatorluğu ile ittifak yaptı. İttifak gerçekleştikten sonra Osmanlı kapitülasyonları kaldırdı ve boğazları kapattı ardından Almanya’dan borç alarak savaş hazırlıklarına başladı.  Alman Amiral Wilhelm Souchon komutasındaki SMS Goeben ve SMS Breslau gemileri İstanbul boğazına demirledi. Gemiler Osmanlı İmparatorluğu tarafından satın alındı, isimleri Yavuz ve Midilli olarak değiştirildi. 27 Ekim 1914’de gemilerin mürettebatları Osmanlı Üniforması giydi ve Osmanlı sancağı çekerek yola çıktı. 29 Ekim sabahı Rus limanları Odesa ve Sivastopol bombalandı. Hemen sonrasında İlk olarak Rusya ardından İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilan ettiler. Osmanlı böylelikle kendi sonunu getirecek olan savaşa fiilen girdi. 
        Osmanlı orduları I. Dünya Savaşında Yedi Cephede savaştı ve Çanakkale hariç diğer hiçbir cephede istediklerini alamadı. 
        
         Peki, şimdi asıl sorumuza gelelim. Osmanlı, I. Dünya Savaşını neden kaybetti? Öncelikle topu Almanya’ya atıp “Almanya yenilince bizde yenik sayıldık” demenin artık 21. Yüzyıl itibariyle bir hükmü kalmadı bunu açıklığa kavuşturalım. Çok net bir şekilde Osmanlığı İmparatorluğu I. Dünya Savaşında yenilmiş, sonucunda Mondros Ateşkesini ve Sevr Barış Antlaşmasını imzalamıştır. Şimdi gelin Osmanlı’ya savaşı kaybettiren en önemli sebepleri inceleyelim.

      HAZIRLIKSIZ ORDU 

      İmparatorluk, savaşın gerçekleştiği 1914-18 yıllarından önceki sadece 30 yılda 5 büyük savaş geçirdi. Bu savaşlarda yaklaşık yarım milyon askerini kaybetti. Ordu oldukça yıpranmıştı ve savaşmaya da isteksizdi. Savaş başladığında Osmanlı İmparatorluğu askeri teknoloji olarak Avrupalı devletlerin epey gerisindeydi, Osmanlı öncelikle silahlı tarafsızlık ilan edip, ordunun seferberliğini tamamlamayı ve noksanlarını gidermeyi istiyordu. Fakat Almanya, Osmanlı’nın bir an önce savaşa dahil olması için ısrarcıydı. Nitekim öyle de oldu. Ordumuz dört ordu müfettişliği emrinde on üç kolordu halinde teşkilatlanmış 38 piyade ve 4 süvari tümeninden ibaretti. Ateş gücü zayıftı, fenni birliklerle geri teşkiller, özellikle ulaştırma birlikleri yok denecek kadar azdı. Savaş sürerken yapılmaya çalışılan düzenlemeler maalesef ordunun geneli için bir fark yaratamamıştır.


     YETERSİZ EKONOMİ 
  
     Bir savaşta ulusun zaferini belirleyen en önemli etmen Ekonomidir. Çünkü Devletler savaşın uzun sürmesi durumuna mevcut ekonomilerinin gücü oranında dayanabilirler. Ordularının ikmali, Askeri Fabrikaların üretime devam edebilmesi, Askerlerin donanımları ve ağır silah temini bunların hepsinin ana kaynağı ekonomidir. 
    15. Yüzyılda Avrupa’da Coğrafi Keşifler gerçekleşti ve hemen sonrasında Sömürgecilik başladı. Bolca hammadde ve ucuz iş gücü ile zenginleşen batı medeniyeti refah düzeyini oldukça arttırdı. Bunun sonucunda Osmanlının elindeki ticaret yolları önemini yitirdi.  Osmanlı zaman geçtikçe Avrupa’nın açık pazarı haline geldi. 1838 yılında İngiltere ile imzalanan Baltalimanı Antlaşmasıyla sanayimize ağır darbe vuruldu ve sonrasında kapitülasyonlar devlet tarafından kontrol edilemez hale geldi. 1854’de Kırım Savaşı’nda İmparatorluk tarihinde ilk kez İngiltere’den 239 milyon sterlin dış borç aldı. Bundan sonra ardı ardına kontrolsüz şekilde alınan borçlar ve bu paralar ile yeni sarayların inşası gibi gereksiz harcamalar Osmanlı ekonomisinin çöküşünü hızlandırdı. 27 yıl sonra Osmanlı 1881’de dış borçlarını ödeyemeyeceğini bildirdi “Muharrem Kararnamesi” ile iflasını açıkladı. Fransa ve İngiltere tarafından Osmanlı Devleti’ne “Düyun-ı Umumiye İdaresi” kurduruldu. Osmanlının Gelirlerine el koyuldu ve ekonomimiz bağımsızlığını kaybetti. Devamında da iç ve dış borçlanmaya devam eden İmparatorluk,  I. Dünya Savaşı’na Çok kötü durumda olan bir ekonomi ile başlamıştır. 


    AZINLIK HAREKETLERİ 

    Osmanlı bir İmparatorluk olması sebebiyle bünyesinde birçok halkı bulunduruyordu. Bazı azınlıklar savaş öncesinde çoktan bağımsızlıklarını elde etmişlerdi. Fakat edemeyenler savaş sırasında birçok olumsuzluğa sebebiyet verdiler. Hiç şüphesiz Osmanlıya savaş sırasında yürüttükleri faaliyetlerle en çok zararı Ermeniler ve Araplar vermiştir. İki tarafı da ayrı ayrı inceleyelim. 
    

    Ermeniler Yüzyıllar boyu Anadolu'da Türkler ve diğer azınlıklarla birlikte yaşamış bir halk iken 19. Yüzyılda bağımsızlık hareketi içine girmişlerdir. 1912 yılından itibaren Ermeniler doğudaki altı ilde özerklik istemekteydiler. Başta Rusya olmak üzere Avrupalı devletlerin baskısı sonucunda 8 Şubat 1914 tarihinde Yeniköy Antlaşması imzalanmıştır. Bu projeye göre altı vilayet birleştirilecek, Ermenilerin çoğunlukta olacağı bir vilayet meclisi kurulacak ve valinin yanında bölgenin kontrolü iki Avrupalı müfettişin himayesinde olacaktı. Norveçli Müfettiş Hoff ve yardımcısı Hollandalı We. Stenenk Ağustos 1914'ün başında Erzurum'a gelmişlerdi. Bu antlaşma Ermenileri hareketlendirmiş ve bağımsızlık için umutlandırmıştır. Osmanlı Devleti nihayetinde
I. Dünya Savaşına katıldığında genel seferberlik ilan etti. Bu karara tepki gösteren Ermenilerden ciddi bir kesim Ruslara sığındı ve gönüllü olarak Rus ordusunda Osmanlıya karşı Kafkasya Cephesinde savaştı. Bunun yanında İngilizlerin olası Anadolu işgali planı için Ermenileri yerel milis kuvveti olarak kullanacağı istihbaratı, gizli mektupların içerisindeki antlaşmalar yoluyla Osmanlı İmparatorluğu yöneticilerine ulaşmıştır. Tüm bu olanlardan sonra Osmanlı Ermeni Sorununun çözümü için “Tehcir Kanunu” hazırlamış ve Ermenileri zorunlu göçe tabii tutmuştur. 


    Gelelim bir diğer azınlığın yol açtığı sorunlara, 16. Yüzyılda Osmanlı tarafından fethedilen Hicaz, valiler tarafından yönetilmekteydi. Valilerin yanında Peygamber soyundan gelen bir Emir bulunmaktaydı. İttihat ve Terakki hükümeti Mekke Emirliğine Şerif Hüseyin’i atadı. Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinden sonra halifenin yayınladığı “Cihat Fetvası” nın sömürgelerinde etkili olmasından korkan İngiltere çareyi Şerif Hüseyin ile iş birliği yapmakta buldu. Şerif Hüseyin bütün Arap Yarımadasında bağımsız bir devlet kurulmasını başına da kendisinin getirilmesini istedi. İngiltere uzun müzakereler sonucunda Filistin hariç Şerif’in tüm tekliflerini kabul etti. Hemen akabinde Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal başkanlığında İtilaf Devletleri'nin yardımıyla bir Arap Hükûmeti tesisini amaçlayan bir cemiyet kuruldu. Şerif Hüseyin kendisine “Arap Memleketlerinin Kralı” unvanı vererek 10 Haziran 1916’da resmen Osmanlı İmparatorluğuna isyan etti. İsyan genellikle gerilla savaşı ve sabotaj yöntemleriyle sürdü. İsyancıların teşkilatlanmasında İngiliz irtibat subayı Thomas Edward Lawrence önemli görevler üstlendi. Osmanlı İmparatorluğu’nun dinden çıktığını, İslam’a ve Arap geleneklerine zarar verdiğini savunan Şerif Hüseyin Osmanlıya karşı cihat ilan etti ve oldukça fazla isyancı topladı. Hicaz Demir Yolunu tahrip ederek Osmanlının Sina-Filistin Cephesi ve Hicaz Cephesine olan İkmal yolunu kesti. Nitekim başarılı oldular ve Osmanlı İmparatorluğu Arap Yarımadasından çekildi. Fakat savaştan sonra İngiltere Şerif Hüseyin’e verdiği sözleri tutmadığı gibi onu Kıbrıs’a sürgüne yolladı. 

     Eğer aramak istersek daha birçok madde ekleriz. Bu yenilgi, toplumumuza çok şey öğretti. Sonrasında başlattığımız İstiklal Savaşı ile milli kimliğimizi yeniden kazandık. Bu savaşta edindiğimiz acı tecrübeler sayesinde 20 yıl sonra bir diğerine dahil olmadık.