Ne üstüne destanlar sevdalar yazmak için
Ne şekilsiz derdime bir şekil kazmak için
Fıskiyeli havuzlar heykeller kurmuyorum;
Mermerinden saraylar yapıp oturmuyorum
Allah’ımdan bir ışık, bir kevser ister gibi;
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden.
Ne ceylan ne de ince Türkmen dilberlerinden
Sarıkız’ın göz yaşı damlamış bir yerinden
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden...
Güneşinde büyümüş bir dağ sümbülü için...
Toprağına gömdüğüm bir küçük ölü için...
"Anadolu Şairi" olarak bildiğimiz Ömer Bedrettin Uşaklı'nın meşhur Sarıkız Mermerleri şiirinden alınan bu dizeler hem bir efsaneyi hem de bir evlat acısını barındırır. Efsane Kaz Dağları bölgesinde geçen Sarıkız efsanesidir. Zalim ve hoyrat dillerin uzanamadığı ciğere mundar demesine dayanan efsane, toplumun ahlak algısına heybetli bir şamar indiriyor.
Öte yandan, eşsiz bir acıyı, büyüklerin, dünyadaki en büyük acı, dedikleri evlat acısını anlatıyor aslında.
Sarıkız, Çanakkale iline bağlı Ayvacık’ın bir köyünde ailesi ile yaşarken, küçük yaşta annesi vefat eder. Babası Sarıkız’a “Biliyorsun anneni çok severdim, burada çok hatırası var, anneni unutmam zor oluyor. Buradan göçelim” der ve Kaz Dağları’nın eteğindeki Güre köyünün yakınlarındaki Kavurmacılar köyüne gelerek yerleşirler. Burada çobanlık yaparak geçimlerini temin ederler. Köyde çok sevilirler. Köyün yaşlıları, gençleri Sarıkız’ın babasına akıl danışırlar. Köylüler onun ermiş olduğunu düşünürler. Aradan yıllar geçer Sarıkız büyür güzel bir kız olur. Babası da yaşlanır. Aklında hep hacca gitme fikri vardır. Hacca gidebilmek için namazında niyazında sürekli Allah’a yalvarır. Sarıkız babasının bu isteğini yerine getirmesi için onu teşvik eder. Babasına artık büyüdüğünü kendisine bakabileceğini, daha fazla yaşlanmadan hacca gitmesi gerektiğini söyler. Babası kızını komşusuna emanet eder, hacca gider. O zamanlar hacca gitmek şimdiki gibi değil, belki altı ay, belki de daha fazla, yaya gidiliyor.
Babası hacca gittikten sonra, köyün delikanlıları, Sarıkıza talip olurlar. Sarıkız hiçbirine yüz vermez. Onlar da dedikodu yayarak Sarıkıza iftira ederler.
Baba hacdan dönünce kimse yüzüne bakmaz, selamını almazlar. Sarıkızı teslim ettiği komşusuna bunun sebebini sorduğunda, Sarıkızın kötü yola düştüğünü söyler. Baba günlerce düşünür. Köyde yaşayabilmesi için namusunu temizlemesi gerekmektedir. Fakat çok sevdiği kızını öldürmeye kıyamaz. Yanına aldığı birkaç kazla, kızını, Kaz Dağı'nın zirvesine götürüp oraya bırakır. Orada yabani hayvanlara yem olacağını düşünür.
Aradan yıllar geçer. Bayramiç tarafından gelen yolcuların dağda yollarını kaybettiklerinde, darda kaldıklarında kendilerine sarı bir kızın yol gösterdiğini, yardım ettiğini söylerler. Yolcular, sarı kızda gördükleri bazı olağanüstü durumları anlatır dururlar.
Bu hikayeleri dinleyen baba, bunun Sarıkız olabileceğini düşünür. Dağın yolunu tutar, zirveye vardığında, duvarlarla çevrili kazların bulunduğu bir alanla karşılaşır. Kızını bugün Sarıkız Tepe diye anılan yerde bulur. Sarıkız, babasını gördüğüne sevinir. Ona saygı gösterir, hürmet eder. Babası namaz kılmak için abdest almak ister. Sarıkız, abdest alması için babasının eline su döker. Babası suyun tuzlu olduğunu söyler. Sarıkız aceleden yanlışlıkla denizden aldığını söyler ve testisini vadilere doğru uzatır. Yeni doldurduğu suyu babasının eline döker. Babası buz gibi tatlı suyu tadınca kızının erdiğini anlar. O sırada siyah kara bir bulut gökyüzünü kaplar, Sarıkız kaybolur. Babası kızının erdiğine, sırrının açığa çıkması nedeniylede kaybolduğuna kanaat getirir. Kızına iftira edildiğini anlar ve köylülere beddua eder. Bugün Kavurmacılar köyünde yaşayan kimse kalmamış, muhtar, köy mührünü, yaşayan kimse kalmadığı için Kaymakamlığa teslim etmiş ve köyün adı kütükten silinmiştir. Sarıkızın babası üzüntü ile tepelerde dolaşırken bugün Baba Tepe denilen yerde ölür. Yöre halkı Sarıkıza ve babasına dağın yassı taşlarını üst üste koyarak mezar yaparlar. Sarıkızın mezarının olduğu tepeye Sarıkız Tepe, babasının bulunduğu tepeye Baba Tepe derler. Yöre halkı her yıl ağustos ayında Sarıkızı ve babasını anmak için buralara çıkarlar.
Bu efsanede toplumun ahlak algılarının yanlış kaynaklardan beslendiğinde nelere mal olabileceği anlatılıyor. Toplumsal baskıya maruz kalan ve bununla tek başına mücadele etme gücünü kendinde bulamayan bir babanın düştüğü acıklı hal, masum bir kızın bir efsaneye dönüşen masumiyetinin koca bir dağ gibi dikilmesiyle mutlu bir sona evriliyor.
Bu efsanenin Ömer Bedrettin'e ilham olan yanı ise maalesef ortak bir acı, evlat acısıdır.
" Toprağına gömdüğüm bir dağ sümbülü
için
Eteğine koyduğum bir küçük ölü için...
derken,
Edremit'te kaymakamlık yaparken henüz üç yaşında sonsuzluğa gönderdiği ve Kaz Dağı eteklerinde toprağa verdiği küçük kızının yasını tutuyor şair.
Ömer Bedrettin kızının yasını öyle derinden tutmuş, ona kavuşmayı öylesine istemiş ki henüz kırk altı yaşındayken veremden ölmüş, kızının kokusunu sonsuzlukta, sonsuza dek ciğerlerine çekmiştir.
Evvel gidenlere selam olsun!
0 Yorumlar